Rüzgar eteklerimi havalandırıverdi.
‘’Ay…’’ diyerek bütün gücüyle elini bastırdım eteklerime… Boş bulunmuştum. Tam
bu sırada vitrin camında kendimi gördüm. Camdaki silüette saçım başım
darmadağınık görünüyordu. Nasıl da esiyordu rüzgar… Telaşla kendimi mağazanın
içine attım. Şu deli rüzgar geçince,
yürümeye devam ederim diye düşündüm. Mağazadan içeri adımımı atmamla
eteklerimin tekrar havalanması bir oldu. Hay Allah, bu sefer de havalandırma
deliğinin üzerine basmıştım.
Hızla adımımı ileri atıp, kan ter
içinde mağazanın iç kısımlarına doğru yürüdüm. Tam
karşımda mutfak eşyaları satılan reyon duruyordu. Buradaki cicili bicili
eşyaları incelemeye başladım. Sapında cin gibi bakan bir kedi işlemesi bulunan
şişe açacağını eline aldım… Açacağı evirip çevirirken, gözüm üst rafta üzerinde resimli desenler olan cam
kavanozlara ilişti. Her bir kavanozun kapağı farklı bir meyve şeklindeydi. Ne
kadar güzel tasarımlar vardı… Ama ne kadar da pahalıydı… Sanat elbette ucuz
olamazdı.
İçim açılmıştı, çok sevimli,
huzurlu, bir bölüm oluşturmuşlardı. Bayramda acaba komşuma bunlardan bir tane
hediye etsem nasıl olurdu. Tam karar veremedim, yoksa kendime mi alsaydım… Sahi,
yarın bayramdı. Ziyaretler yapılacak, misafirler gelecekti… Kelime anlamı huzur,
dinginlik olan bayram nasıl da bir hengame ile kutlanırdı. Gülümsedim bu
zıtlığa…
Ertesi sabah ilk işim, anneannemle
dedeme gitmek oldu. Salona girdiğimde anneannemin bir arkadaşının benden önce
gelmiş olduğunu gördüm. O’nunla daha önce de karşılaşmıştık, tanıyordum. Serap
hanım antika alım satımı ile ilgili müzayedelerde organizatör olarak
çalışıyordu. Ufak tefek, sarı saçlı, etrafına dikkatle bakmayı alışkanlık
haline getirmiş, kibar, sevimli, eğlenceli bir insandı. Yani tam da bayramda
karşılaşmayı isteyeceğim türden bir insan.
Onu görünce sevindim… Epeydir görüşmemiştik.
Biraz konuştuktan sonra Serap hanımın gözü yerdeki halıya ilişti, ya da zaten
başından beri ona bakıyordu, bilmiyorum. Dedeme döndü ‘’Halınız değerli bir
antika farkındasınız değil mi?’’
‘’Antika olduğunu bilmiyordum, ama epeyi
pahalı almıştım, severek kullanıyoruz’’ dedi dedem.
‘’İsterseniz müzayede de satışa
sunabiliriz’’ dedi antikacı hanım. Dedemin gözleri parladı. Bayılırdı alım
satım işlerine… Anneannem huysuzlandı ‘’Hayır ‘’ dedi ‘’Ben seviyorum bu halıyı
’’Dursun…’’
Kısa bir tartışmadan sonra Serap
hanımın ön işlemleri başlatması konusunda anlaşıldı. Daha sonra halı bir
minibüse yüklenip, müzayede salonuna doğru yola çıktı.
Ben de dedemlerle biraz daha
oturduktan sonra alım satım olacağı gün buluşmak üzere söz verdim ve eve döndüm.
Müzayede günü geldiğinde oldukça heyecanlıydım. Hep birlikte salona geçtik, bir
süre sonra açık arttırma başladı. Halı için verilen başlangıç fiyatı elli bin
TL idi. Daha sonra birisi altmış bin TL fiyat verdi. Aniden arka sıralardan bir
hanım coşkulu bir sesle ‘’Yüz bin… Yüz bin’’ diye bağırdı.
Salonda bir sessizlik oldu ve daha
fazla fiyat veren olmadığı için halı yüz bin TL’ye satıldı. Arka sırada
anneannem kıpkırmızı bir yüzle oturuyordu… Dedemin sorar bakışları
karşısında, başını önüne eğdi. ‘’Bilemedim, ortalık kızıştırmak istemiştim…’’
diye bir şeyler gevelemesin mi?
İşin sonunda anneannem ve dedem kendi
halılarını alabilmek için yüz bin TL ödediler ve halıyı tekrar eve getirmek
için arabaya yüklettiler. Minibüsün arkasından araba ile halıyı takip ederken,
bir yandan da arabanın içinde müthiş bir kavga sürüyordu… Dedem bas bas
bağırıyordu:
‘’Sen ne karıştın müzayede
fiyatlarına…’’
Anneannemde hep aynı terane
‘’Bilemedim, ortalık kızışır zannettim’’
‘’Bilmediğin işe niye
karışıyorsun’’
Allahım, arabada kıyamet kopuyor…
Biz gülmekten kırılıyoruz…
Bizim için eğlenceli, dedem için
sinir bozucu bir anıydı… Nakit para alalım derken, evde duran halıya nakliye
parası ödemiş ve tekrar eve getirip aynı yere yaymıştık.
Neydi o söz “Dimyat’a
pirince …
Yorumlar
Yorum Gönder