Gökyüzü bombaların kara bulutlarıyla koyulaşmıştı. Yer yer alevlerin parlamalarıyla aydınlansa da yıkılan binaların tozları, havada sisli bir görünmezlik sağlıyordu.
Annemin eteğine tutunarak korka korka duvarlara sığınarak yürüyorduk. Annem ancak benim duyabileceğim bir sesle ‘’7 temmuzdan beri bitmedi! Allah’ın gazabı üzerinize olsun!’’ diye içinin yangınıyla ileniyordu.
Henüz güneş doğmamış, yarı karanlık kimsesiz sokaklarda koşarcasına ilerliyorduk. Terkettiğimiz yıkık dökük evimizden birkaç parça eşya almış, sığındığımız dayımların evine gidiyorduk. Annemin elinde bir iki mutfak eşyası ve babamın , çerçevesi camı kırık fotoğrafı vardı. Ben ise yiyecek aramış, bulamamış hayal kırıklığıyla, okul çantamla çok sevdiğim, annemin yün parçalarından ördüğü bebeğimi almıştım, son anda, gördüğüm saç fırçasını da cebime koymuştum. Annem eskiden saçlarımı örerken bir de güzel türkü tuttururdu. Annemin yalnızca dua ve ağıtlarını işitiyorum şimdilerde.
Molozların arasında yürürken babamın çalıştığı yıkık otelin yanından geçtik. Susamıştım çok.
Babamın beni otele götürdüğü günlerde içtiğim harub’un bir de cezerin soğuk ferahlatıcı tadını hatırladım. Babam ‘’Bunlar şekerlerden daha faydalı.’’ derdi, ama ben şekerleri daha çok seviyordum. Babam’ı bir daha göremeyeceğimi düşünmek istemiyordum. Annemin söylediğine göre o şehit olmuştu, fakat nasıl olduğunu söylememişti. ‘’Benim babam gökyüzüne cennete mi gitti?’’ Diye sormuş cevap alamamıştım. Annemden öğrendiğim gibi ‘’Allah büyüktür!’’ dedim. Susuzluğumu unutmaya çalıştım.
Artık annemi ben koruyacaktım, ona Mescid-i Aksa’ya gidip dua etmek istediğimi söyledim, eski günlerdeki gibi. Fakat annemin söylediğine göre orası bize artık yasakmış. Yasaklardan, bombalardan saklanmaktan, arkadaşlarımın ölümlerinden bıktım, en çok da aç susuz kalmaktan.
Herkesin söylediği ‘’Kaderimiz bu’ ’sözünü düşündüm. Peki ‘’Hep böyle saklanacak mıyız? kaderimizi değiştiremez miyiz? ’’ Diye sorunca Annem önce şaşırdı, ‘’Alnımıza ne yazılmışsa onu yaşayacağız, sabredelim, dua edelim bu günler geçsin diye. ’’ Dedi.
Hiçbir şey anlamıyordum, savaş, her yerde dolaşan her tarafları silahla dolu bu robota benzeyen askerler, bombalar ölümler nedendi? Göremediğim alın yazısını düşündüm, sustum, Allah’a karşı gelmiş gibi korktum.
Kaldığımız yere ulaşınca derin bir ‘’Oh! çekip çok şükür!’ dedi annem. Dayımın karısı, iki çocuğu ve teyzemle kalıyorduk, burası bodrum kat, rutubetli ve kötü kokan bir yerdi. Eskiden kömürlük olarak kullanılıyormuş. Küçük penceresi tahtalarla iyice kapatılmış, aralarından çok az ışığın geldiği bu kötü yere sığınmıştık. Annem askerlerden korkarak, terkedilmiş üst kattaki çok az akan mutfak çeşmesinden plastik bidonla su getirmişti, yarım bardak verdi bana, suyu idareli kullanmalıymışız.
Mum ışığında, yer sofrasında zeytin, haşlanmış patates ve ekmekle yarı aç kalktığımız yemekten sonra dayımın oğlu Muhammed’le duvara, parmaklarımızla şekiller yapıp oynuyorduk. Yengem küçük bebeğini sessizce söylediği ninniyle ayağında sallayarak uyutmaya çalışıyordu.
Annem usulca ‘’Hadi yatın artık.’’ Deyince yer yatağına uzandım. Korku havada gezen bir hayalet gibi hepimizi esir almıştı. Unutmak için, Okulu düşündüm, sınıfımı çok özlemiştim, arkadaşlarım kim bilir neredelerdi şimdi, inşallah hepsi bizim gibi saklanmıştır, kimselerin bulamayacağı yerlere. Bu günler geçince yine hep birlikte olacaktık.
Uyumak istemiyordum, ilkokul arkadaşım Abdullah’ı bombalanmış evlerinin yıkıntıları arasından görevlilerin kucağında ambulansa koyulurken görmüştüm. Gözleri kapalı, yüzü tozdan neredeyse görünmez haldeydi. Önlüğü vardı üzerinde. Oysa yıkılmış okulumuza gitmeyeli bir hayli zaman olmuştu.. ‘’Çekilin, yol açın, yaşıyor!’’ diye bağırıyordu taşıyan adam. Nasıl da sevinmiştim o an!
Abdullah sınıfımızın en çalışkanıydı, aynı zamanda komşumuzdu, sokakta onunla oyunlar oynar, ara sıra kavga ederdik. Sonra ben elimdeki hurmalardan birini ona verir barışırdık. Bir gün sokaktan geçen askerleri görünce, usulca cebinden çıkarıp bana gösterdiği çakıyı tekrar cebine koyup, ‘’Bununla seni korurum! Merak etme.’’ Demişti. Benden boyu uzun ve daha güçlü olduğu için güvenirdim ona. Ne yazık ki bir daha haber alamadık ondan. Gözlerimi kapatınca onun tozlu yüzü geliyor aklıma.
Henüz uykuya dalmaya çalıştığım, yarı uyanık yarı uykuluyken aniden büyük bir patlama sesi duyup, korkumdan bağırmaya başladım, sesimi kimse duymuyor, dumanlar arasından hiç kimseyi göremiyordum. Üzerime düşen ağırlıklardan kalkamıyordum. Kafamda da korkunç bir ağrı vardı. Ağlayan bebek sesi ve bağıran erkek seslerini işitiyor, onların bizleri kurtarmaya geldiklerini anlıyordum. Annem, Muhammed neredeydi? Gücümün tükendiğini hissettim. ‘’Yoksa babamın yanına mı gidiyordum?’’ Bu düşünceyle gülümsedim.
Neslihan Üstündağ
Kalemine sağlık çok güzel olmuş...
YanıtlaSil