Hakkari’de Bir Mevsim /Ferit Edgü
Füsun Kovalı
Türk edebiyatının usta yazarlarından Ferit Edgü’nün kült
eserlerinden biri olan Hakkari’de Bir Mevsim yazınımızda önemli değişikliklere
kapı açmış bir eserdir. Eser hem edebi değeri, hem de çoğu kişi için çok uzak
ulaşılması mümkün olmayan coğrafyaya görünürlük kazandırması bakımından
önemlidir.
‘’Hakkaride Bir Mevsim’’ Japonca ve Çince gibi diller dahil
olmak üzere pek çok dile çevrilerek Dünya edebiyatında da kendine bir yer
edinmiş ve pek çok ödül kazanmıştır.
Kitap, yazarın gözlem gücünü düş gücü ile harmanlayarak
ortaya çıkardığı bir eserdir. Eserde iki üst kurmaca yaratılmıştır. Yani yazar
öykü içerisinde öykü anlatımını gerçekleştirmiş, bunu yaparken de anlatım
dilinin yalınlığından ve anlaşılırlığından kesinlikle ödün vermemiştir.
Yalnızca bu bile Ferit Edgü’nün ne derece usta bir kalem olduğunu gösterir.
Ferit Edgü aileden mali durumu iyi bir yazardır. Beykoz’da
bir yalıda ikamet eder. Askerlik döneminde kendi isteğiyle Hakkari’de görevlendirilme
için dilekçe verir. Bu dönemi Hakkari’de tamamladıktan sonra İstanbul’a dönen
Edgü, Beykoz’daki yalısında ay ışığının boğazın sularına vuruşunu seyrederken bu
eseri kalem almış ve gördüğü manzarayı ‘’Hakkari’de ay ışığının karlar
üzerindeki yansıması’’ olarak betimlemiştir.
Kitabın başında Carlos Costenada’nın ‘’Joruney to Island’’
yapıtından bir alıntı bulunuyor.
Alıntıda kızılderili bir büyücü ile bir etnologun diyaloguna
yer verilir. Diyalog sırasında ‘’Düş gerçekten daha gerçektir, bu düş gücü ile insan
hayatını değiştirir. Gerçekte olanlar düşte olabilir, düşte olanlar gerçek
olabilir’’ deniyor.
Freud bu konuda ‘’Her insanın hayal ettikleri, gündüz
düşleri lafları ve sayıklamaları ile görünür hale gelir ‘’ diyor. Bahse konu
alıntı ile, insanın kendi gerçekliğini kendisinden dahi saklamasına vurgu
yapılıyor.
Anlatıda öğretmenin düşlerinden sıklıkla bahsedilmesine
karşılık hiçbir zaman ‘’rüya’’ sözcüğü kullanılmıyor. Düş kelimesinin tercih
edilmesinin nedeni, sözcüğün ‘’gündüz rüyaları’’nı anlatmasıdır. Rüya gece
uykuda görülenleri tanımlarken, düş gündüz hayallerini anlatmak için kullanılır.
Eserin başında bir öğretmen, nasıl olduğu kesinlikle
bilinmeyen bir deniz kazası geçirerek kendini ‘’Hak’’ kentinin ‘’Pir’’ köyünde
bulur. Bunun bir metafor olduğu tartışmasızdır. Çünkü bilindiği gibi kitapta bahsi
geçen Hakkari bölgesinde deniz yoktur.
Deniz kazası metaforu edebiyatta çeşitli anlamlarda kullanılır.
Bunlardan bazıları yaşamın iniş çıkışlarını, uğranan zorluları ve haksızlıkları
kayıpları anlatır. Bazı eserlerde deniz kazası metaforu insanın maruz kaldığı dış etkenlere karşı
aczini ve savunmasızlığını betimlemek için kullanılır. Deniz kazası aynı
zamanda doğayla insan arasındaki çekişmeyi ve insanın doğal çevreye karşı
güçsüzlüğünü ortaya koymak için de tercih edilebilen bir temadır.
Öğretmen teknesi ile kayaya çarptıktan sonra kendini sarp
kayalar, sert ırmaklar, nereden gelinip nereye gidileceği belli olmayan yolculuklar
gibi KAFKAESK imgeler arasında bulur.
Romanda bütün bunlar son derece akıcı bir anlatımla
verilmiştir. Yer yer şiirlerle bezenmiş eserde yapılan tanımlama ve tasvirler yazarın
aynı zamanda resim sanatına da ne derece hakim olduğunu okura hissettiriyor.
Roman kişinin ötekileştirdiği toplumda, öteki ‘’O’’ olmasını
anlatır. Öğretmen İstanbul’da yaşarken kendini ayrı bir birey saymaktadır.
Fakat Hakkari’nin yaşam koşullarına girdiğinde bu toplulukta bir birey olmadığını,
orada yaşayan insanlar için sadece ’’O’’ olduğunu anlar.
Daha açık bir anlatımla yazar kendisini kimse sanırken
aslında sıfır olduğunu anlar. Kendisinin sıfır olduğunu, yani ‘’O’’ olduğunu
kavraması ile birlikte bir ‘’sıradan
insan’’ ‘’bir kimse’’ olmanın ayrıcalığına erişir. Eserde öğretmenin yaşadığı
manevi dönüşüm ve gelişmeye vurgu yapılmaktadır.
Edebiyat öğretmeni geçirdiği kazadan öncesini kesinlikle
hatırlamamaktadır. Hatta kendi yüzünün bile neye benzediğini tahmin edemez. Kendisini
görüp tanıyabilmek için berber dükkanına giderek, aynaya bakar. Kendi yüzünü
gördüğünde bütün geçmişini hatırlayacağını düşünse de, bunun hafızasına bir
yararı olmaz.
Kahramanımız ‘’Aynada gördüğüm yüz diğerlerine benziyor’’ diye
düşünür. Kazazede öğretmen her ne kadar
kendi yüzü ve diğer insanların yüzleri arasındaki farkı görse de, aslında kendisinin
de kimseden farklı olmadığını vurgulamaktadır.
Kitapta berber dükkanının yanında yer alan sahaf da önemli
bir başka metafordur. Eserde sahafın sahibi Süryani’dir. Süryanilerin tarihte
en önemli özelliği, kervanların geçtikleri yollardaki hanları işletmeleridir.
Bu özellikleri nedeni ile pek çok dil bilirler ve bütün dünya insanları ile iletişimleri
olduğu kabul edilir. Süryani sahaf insanlığın ortak hafızasını temsil
etmektedir.
Süryani sahaf kahramanımıza 10 adet kitap verir ve bunlarla
kendisini bulmasını ister. Kitapların 10 adet olması, tek Tanrılı dinlerde yer
alan 10 emire yapılan bir göndermedir. Kişinin kendini bulması için 10 emri
uygulaması ve arınması gerektiği anlatılmaktadır.
Hakkari’de Bir Mevsim doğudaki kadının kimliksizliğinden,
ezilmişliğine, çocuk yaşta yaptırılan evliliklere, yoksulluğa, insanların aynı
ülkede bir başka yörede yetişen meyvelerin tadını bilmemesine varan izole edilmişliğine, bebek ölümlerine,
salgınların durdurulamayışına kadar çok çeşitli toplumsal konulara dikkat
çekiyor.
Kahramanımız köyde yaşanan sorunları yönetime bildirmek
üzere ilçedeki resmi kuruma gittiğinde bazı öğretmenlerin masanın başında
uyuduğunu görür. Uyuyan öğretmenlerin ‘’mantık’’ ve ‘’felsefe’’ öğretmeni
olması da bir başka ironi olarak eserde yer alıyor.
Her eserde olduğu gibi bu yapıt da irdelendikçe farkına
varılacak çok çeşitli noktalar bulunuyor. Hakkari’de Bir Mevsim zaman içinde
unutulması söz konusu olmayan, her dönemde farklı bakış açıları ile farklı
şekillerde yorumlanabilecek bir klasiktir.
Kalemine sağlık fusuncum, bu kitabı okumaya fırsatım olmadı yazın çok güzel en kısa zamanda okuyacağım
YanıtlaSilsenin beğenmen benim için özellikle kıymetli çok teşekkürler sevgiler..
YanıtlaSilKalamine sağlık Füsun'cuğum, tweet olarak da paylaştım
YanıtlaSilGörmemişim çok teşekkürler, sevgiler
Sil