Çabuk olmalıyız" dedi. "Yetişecekler sanki kalbim öyle gümbürdüyor. Kulağıma vuran ayak sesleri mi kalbim mi?"
Halbuki ne kadar yorgundu; kaçamayacak kadar. Hayat çok hızlı akıyordu. Oturup seyretse de; gözleri, zihni yorgundu. Dizlerindeki derman da ne? Nereden çıktı bu takipçiler. Üstelik kimler onu bile bilmiyor. Nefes nefese kaçıyor işte canhıraş bir gayretle." Onları aldın mı" dedi. Neleri diyecekti. Aklına düşen diline varmadan hatırladı. Resimleri almalıydı. "Aldım" Yalanı ona göre büyük, kendine göre küçüktü o an. Bu hengamede nasıl savunsun unutmanın azizliğini. Hayıflandı. Ama elbet zihin kendini mazur göstermenin bir yolunu çabucak bulurdu. Aklına tüm fotoğraflarda çirkin çıktığı geldi. Hınzırca gülümsedi. Takılan ve gelip geçen düşünceler çelme olup yavaşlattı.
"Hadi hadi nerelere kadar kaçacağız kim bilir?" Nereye değil nerelere. Demek uzun sürecek. Ne o biliyordu ne de o. Yola çıkılmış amaç yakalanmamak. Duruverse yakalansa bitiverse. Biteceğini bilse. Tepelerinde martılar çığlık çığlığa. İstanbul'un martıları geldi aklına. Nasıl vahşi bir kavganın içinde oldukları, alçalıp alçalıp güvercinleri kovaladıkları, güvercinlerin kırlangıçları kışkırttığı zihninden gölgeler bırakarak bir nefeste geçti. Zihin kadar hızlı koşabilseydi. Koca bir bulut girdi manzaraya "Onun gittiği yere kadar gidelim." Dedi. Olmazdı. Biraz sonra rüzgarın etkisiyle dağılır küçük balıklara dönüşüp denize dökülür.
"Takip edemeyiz" dedi. " Bulutlar barış kadar kolay dağılır."
" Haber verdin mi " dedi. Kime verecekti. Arkada dost kalmamış düşmanın zaten haberi vardı.
"Denize kadar gidelim mi" dedi. Suya girip açılırlardı. Deniz sonsuz duruyor. Tuz bitkilerin çizdiği yaralara iyi gelir.
"Onu bitkiler yapmadı." Dedi. "Kendilerini savunuyorlar." Bir yerlerde okumuştu kendini tehlikede hisseden bitkiler strese girermiş. Bu lüzumsuz bilgiden sonra çiçek kopartmamış ama sebze yemişti. Kendi streslerinin sebebi yedikleri olabilir. Bitkiler gibi sessiz çığlıklar attı. Takipçilerden uzak düşene kadar sessizlik maskesi takmalıydı.
"İşte deniz " dedi.
"Evet büyük su" dedi . "Nasıl bildin deniz olduğunu?"
" Bak deniz yıldızı"
İlk kez bir halı nakışında görmüştü onu. Gök yıldızları gibi parlamasalar da hepsine ayrı ayrı isimler vermişti ve bir gün atının terkesine atıp deniz kenarına sereceğini düşlemisti daha denizi bilmeden.
"Burada" dedi "yıldız değil deniz parlıyor."
Atım yorgun ve mesut. Yıldız olması gereken yerde. Dalgalar ayak seslerini bastırıyor.
eline sağlık, çok güzel yazı
YanıtlaSilKalemine sağlık ipekcim, görseli ayrı öyküsü ayrı güzel
YanıtlaSil