Yatağımın altında nohut tanesi kaburgalarımda koca bir yara gibi nazeninliğimden değil elbet bu gereksiz ızdırap uyku gelmiyor bir türlü. Uyku tutmadı derken uyku beni mi tutacak? Ben onu yakalasam; sağa döndüm duvar; Sola döndüm pencere; sırt üstü yattım ayıcıklı avize, çocukluğumdan beri odada tek değişmeyen. Peki uyku nerede? İçim çok sıkıldı, insanın canı en çok beklerken sıkılır harekete geçmeli. Yüze kadar saydım bir daha saydım olmadı bir daha... Bu da palavraymış hiçbir işe yaramayan koyunlar sayıldı bitti keçi sürülerine geçildi. Keçiler koyun gibi değil ki sağa sola dağıldı toplamaya kalktım uyku iyice dağa tepeye patikalara dolandı. Baş parmağımı işaret parmağımın üzerine kapattım internette gördüğüm rahatlatıcı uygulamalardan biri işte! İnansan sen rahatlarsın olmadı İnanç eksikliğine karar verdim . Karar verecek bilinçte olmak canımı iyice sıktı yatak işkence ise kalkmak İyi fikir olabilir. Ama gene de yakalarım umuduyla gözlerimi sıkı sıkıya kapadım. Kırgınlıklar geldi geçmişten öfkeler geldi yenilgiler, hüsranlar tüm gölgeler tango yapıyor sert ve hoyrat ritim eşliğinde. Oradan valse geçsem hatırladığım müzikallerden sahneler çağırıyorum sakinliyorum. Çalkantılı bir denizin üstüne seriyorum ruhumu denizanaları rahatlığında. Budalaca avutuyorum balıkları; oltanın ucunda iyi niyetlerim takılı yakaladığım uykuya iğneler batıyor. İçeri sancı sızıyor. Uykum sızlıyor. Kubbesi yüksek bir mutfağa giriyorum benimmiş ama tanıdık değil. Odun Ocağının dibine kıvrılmış bir yılan uyuyor, kubbenin içinde başka bir yılan. Uykuyu yakalarken kabusun koluna giriyorum. Yılanlar bir daralıyor bir genişliyor Ha solucan ha pantolon paçası kadar. Kabusu doğrultmaya çalışıyor zihnim. Su yılanına dönüyorlar . Kubbedeki, kayıp çatıya çıkıyor. Ocaktaki düğüm düğüm olup sonra parçalanıyor. Etler her yere yapışıyor. Kaçan yılana hayıflanıyorum. Sırtım ıslak şakaklarım ağrılı yastığımı arıyorum. Silkelediğim eller hep kan. Kapının önü berrak dere, ellerimi çalkalıyorum pembeye dönüyor. Haytalının üstüne buz atmışlar sanki yılan içimden geçiyor. Karşı kıyıdaki pamuk şekerciye el ediyorum. Su derin gelemem diyor. Gelebilse hiç biri olmazdı. Uykusuzluğumu arıyorum uykuya muştular gelmiyor.
Yastığım sert. Ağaca dayanmışım ensem ağrıyor. Baygın gözlerimi ceviz ağacının dibinde açıyorum. Asmalardan gürbüz üzüm taneleri sarkıyor tenleri buğulu. Bağ bozumunda bir koca karı pür taze kızları işe koşmuş. Kızlar şarap gibi kekremsi ve işveli, şen sesleri ovada salınıyor. Benden yana bakan yok. Başımı üzümlerle ovuyorum. Gecenin en güzel yerine gelmişim sanki. Ama baş ağrısı geceyi sarıyor, yer sarsılıyor. Zor girdiğim uykudan çıkamıyorum. Börtü böcek kaçışıyor ben yorganımın içine çekiliyorum. Her yandan dört nala kaçan atlar geliyor. Yer sallanıyor Gök iniyor yalnızca şeker pembe saten yorganım güvenli. Annem seçmiş rengini, hallaç pamuğunu atmış, yorganci yorganlamış. Kim bilir hangi adressiz sokakta şimdi. Uykumda çok üşüyorum çocukluk yorganımı da üzerime çekiyorum. Musa ağacına yapışmış buluyorum kendimi. Abimin ardısıra tırmanırken ağaç sallanıyor ev kadar dallar gokbile yer arasında inip çıkıyor. Düşen dondurmamda aklım hayali ile ağzım tatlanıyor. Gözlerim kapalı uyumuyorum. Açarsam sağır olacağım biliyorum. Uyanmak için geç kalmış şehirler derin mi derin kuyulara çekilmişler . Sevmediğim rüyaların ortasında uyanmak için başlıyorum saymaya. Bir ca, iki can, üç can kısa sürüyor. Sönen nefesleri sayıyorum soluğum kesiliyor. Şehrim çoktan şelalelerden akmış. Çocukluğum ağaçtan düşüyor.
Çocukluğumuz bizi hiç terk etmesin. kalemine sağlık ipek
YanıtlaSil