Eskiden günler uzun, çocuklar şen , bense
hayat doluydum.
Eskiden yirmi yaşındaydım. Ama çok eskiden.
O günlerde üstüme bir çalışma isteği geldi. Okul bitmiş. Annem babam hayata
atıl kızım telaşına düşmüş. Annem gözümün içine evlenme vaktin geldi diye ince
ince dokundururken ben hala aklı havada gönlü tavada bir kız idim.
Cayır cayır yanan ateşin üstüne attığım
kalbimi kaç kez yaktım bilemiyorum. Zira her hafta birine aşık olabiliyordum. Gün
batımından gün batımına yazdığım aşk şiirlerini okuduğum dostlarım kelimelerin
dansından o hafta kime göz koyduğumu anlıyorlardı.
Eskiden çok eskiden dedim ya işte o eski
biraz yaklaşmış ben yirmi bir yaşına olmuştum. O zamanlar gün batımında yazdığım şiirlerin
odak noktası hiç değişmedi.
Çalıştığım atölyenin işçilerinden birine
aşık oldum. Karşı masada patronun kapı ağzında şirketimizin gözdesi Arzu, “Kızım
adam yerin yedi kat altında çalışıyor nerede gördün?” dese de güvenlik,
muhasebe, insan kaynakları, halkla ilişkiler müdiresi olarak çalışanlara pek
yabancı kalamıyordum.
Bir gün bilmem ne sertifikası almamız gerektiğini,
bunun için bir müfettiş geleceğini öğrenen patron tüm çalışanların aynı
yemekhanede toplanmasını istedi.
Öğlen, ziyafet ve eşitlik olacaktı. Masalar
ayrıldı; yöneticiler, ustabaşılar şefler, işçiler.
“Aman efendim müfettiş ya bu ayrımı sakıncalı
görürse siz onunla oturduğunuz masaya bir kaç işçi de alın bizde ne olur ne
olmaz dağılalım.” deyince yakışıklı işçimle aynı masaya oturduk.
Yemekler yenip de tatlı faslına
geldiğimizde çilekli jöle masaya konar konmaz adamın gözümün içine bakıp “Bu nedir
bacım?” demesiyle irkildim.
“Tatlı, çilekli jöle.”
Ardından gelen cümle Arzu’nun
küçümsemelerinin ispatı gibiydi. “Anamın memesi gibi bıngıl bıngıl” deyince “Al
bunu da ye siz memeyi seversiniz” deyip masadan kalktım.
Dünya umurunda değildi bir lokma fazla
yemek işine geldi. Tekrar dönüp masaya baktığımda kaseyi de yalayarak yerken
bir maymuna benzediğini düşündüm.
Hiç de yakışıklı değildi. Kaslı görünen yerleri
yağ bağlamış, gözleri şaşı , saçları bir garip kahverengi, bedeni, duruşu bir
tuhaftı. Doktor doktor gezmiş de çaresi bulunmaz bir hastalığa kapılmış gibi
efsunlu bir yalnızlık içinde odama geçtim.
Arzu’nun “Ay yanıma gelen adam ne kadar efendiydi,
sevgilim olmasa asılırdım vallahi” deyince sinirim bozuldu.
“Konuştunuz mu?”
“Hayır.”
“Bir de konuşunca gör sen.”
Duraksadı. Aval aval yüzüme baktı.
“Kızım bizim gibi ağzından gümüş kaşıkla
doğanların harcı değil o adamlar.”
“Biliyorum alık zaten ben de o yüzden
patronla beraberim.”
Gün batımında yazdığım şiir yalnızlık ve
aptallık üzerineydi. Artık aşk şiirleri yazmıyordum. Zihnimin içine; yaşam
mücadelesi, insan ruhu, görünenle hissedilen bir karmaşa, dünyaya yabancılık
çökmüştü.
Ta ki o sabah yeni gelen işçiyi görüne
kadar. O akşam eve geçmeden gün batımında yeni şiirimi yazdım. Aşk tüm bedenime
yayıldı
Yaşım da 22 olmuştu.
Zeynep Pınarbaşı
Şıp sevdi hanım güzel olmuş😊
YanıtlaSilTeşekkür ederim ipekcim 💜
SilÇok güzel hikaye, eline sağlık.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Cihan 😊
SilÇok severek okudum eline sağlık
YanıtlaSil