Sabahın hem ayazı hem körü. Toplanma alanı şehrin kuzeyinde bir eğlence merkezi. Işıl ışıl, gece hiç uyumamış gibi akşamdan kalma makyajı. Minibüs otoparkın ortasında. Herkes vaktinde gelmiş. Tanıdıklar sıcak tanımayanlar mesafeli selamlaşıyor. Koltuk kenarlarında isimler yazıyor. Ayazdan kaçanlar çabucak yerleşiyorlar. Şehrin dışına çıktıkça makyajı da soluyor. Tepelere doğru her virajda şehir siliniyor Yol boyu geçtiği dağlarda sonbahar renklerini değil karanlık gölgeleri takip ediyor. Kara silüetler tepelerine doğru ağaçların çam, kayın ya da meşe olduğu hakkında ipucu veriyor. Seher kuşları ötmüyor daha. Domuzlarla çakallar ağaç diplerini kolaçan ediyor. Sincap efendi uyanmamış. Yol kenarlarındaki beyazlık kar değil kırağı. Yılın ilk karını gördüm diye sevinirdi, değil. Minibüs, önünde peydahlanan kamyona uyduramıyor hızını, motor bayılıyor. Vitesi zamanında düşürse... Halbuki kaloriferi köklemiş. Sol bacağında hoşuna giden sıcaklık şimdi canını sıkmaya başlıyor. Camdaki buhuyu kim bilir kaçıncıya siliyor Dışarısı hala karanlık hayallerin yuvası. Uykusuz yolcuların gözleri sıcağın da etkisiyle kapanıyor. Tepelerde birkac serpme ışık. Ahırlarda sütler sağılıyor. Tehedcüd namazına kalkmış bir kaç kişi. Köylerde sokak lambaları seke seke yanıyor. Üşüyen ateş böcekleri mi onlar? Ağır mı ağır göz kapakları. Bir iki kez düşen kafasını topluyor. Parmaklarının tersi ile camın nemini alıyor. Karanlıķ hiç yardımcı değil. Minibüsü saran sıcağın rehaveti yıkıyor uykuyu üstüne. Ağaçların arasında beyaz bir gölge minibüsün hızına erişiyor. Bilinci saçma diyor. Saçma görüntü minibüsün düzlükte hızlanmasıyla daldan dala ağaçtan ağaca zıplıyor. Beyaz pardösünün etekleri dallara takılıyor vazgeçmiyor. Başı ıslak ve soğuk cama düşüyor. Uyku ani bir manevra ile vücudu terk ediyor. Ağarmaya başlayan gün barajın üstünde karşılıyor onları. Yeniden tepeye doğru kıvrılan yolun solunda bulutların kanca taktığı güneşi görüyor. Bulutlar beyaz pardösüyü hatırlatıyor. Aralarında beyazlıktan başka bir bağ olmamasına rağmen bir ucu ağaç dallarına takılmış mı diye merak ediyor. Uyku ile uyanıklık arası saçmalıklar.
Kasabaların kenarından köylerin uzağından dağ başında yalnız bırakılmış tren istasyonuna çıkıyorlar. İstasyonun sarı duvarları kirli, camları kırık. Bir süre sessizligini bozacakları istasyonda iniyorlar. İstasyon alışmış sessizliğine; içerliyor gülüşmelere. Intikamını kullanılamaz hale gelen tuvaletleriyle alıyor. Ergen bir kız kendi kadar narin ağacın altında sürekli kusuyor. Görmezlikten geliyor. Arkasını dönüyor Vincent Van Gogh un fırçası dolaşmış kırlarda. Sarı ve bakırın türevleri. Sararmış düzlük yonca tarlası olabilir. Bakır varağa dönmüş meyve ağaclarının yaprakları. Uzaktan seçilmiyor ne oldukları. Gök deli mavi . Vincent böylesini kullanmadı.
Güneş sırtını okşuyor ayazı unutuyor. Beyaz köpek dolaşıyor rayların arasında kimseye yaltaklanmadan. İhanet etmiyor arkadaşı istasyona. İkisi çok önemli birini bekliyor. O trenden inince şenlenecekler adeta.
Karşı istikametten bir yük treni geliyor. Yanık kömür kokusu da yok artık sesinden biliyor gelişini. Dizi dizi konteyner geçiyor içindekiler gizli. Bilmiyor; beyin yıkayan oyuncaklar mı yoksa ölümcül bir virüs mü taşıyor uzaklardan . Belki askılarda beyaz gelinlikler dizi dizi kara kutuların içinde. Herşey ölümlü zaten . Şehrinden tren geçmeyen herkesin sesinde bir sevinç gene de. Bir de kendi trenleri gelse.. Beklerken o güzelim manzara sıradanlaşıyor. Beyaz köpek karşıda yolcusunu bekliyor. Islıklara kuyruğunu kanca gibi yapıp sallayarak karşılık veriyor . Ve tren düdüğü duyuluyor. Bu sefer doğru taraftan gelen yolcu treni. Zor çıktıkları merdivensiz perondan orta raylara iniyorlar. Herkesde ayakta kalma telaşı, basamaklarda birikiyor. İçeride kaos koridorlara doluşan yolcular beyaz köpeği ve sarı istasyonu hatıraların dibine doğru itiyor. Zar zor yerleşiyorlar. Sanki trenin karnı şişiyor . İlk tüneli merak ediyor. Geçebilecekler mi? Nefeslerini tuttuklarını hayal ediyor. İçinden gülümsüyor. Hala oturacak yer arayanlara alacakaranlık kuşağı bitmiyor. Kompartıman kapılarından uzanan bakışlar hayal kırıklarıyla geri dönüyor. İki buçuk saat ayakta ... ve herkes bir yerlere sıkışıyor sonuçta. Üç kişilik koltuklar dörtleniyor.
Koridora çıkıp koşan manzarayı seyrediyor. Sonbahar renklerinin kuytularında akan coşkun dereler umutlandırıyor. Şehirde su azaldı diyorlar. Manzara kararıyor tren tünelin içinden rahatça kayıyor. Yolcularını öğütmüş mü? Bilinçsizce nefesini tutuyor. En güzel sürprizler tünel çıkışında . Sanki yaraların sargı bezleri açılıyor ter'ü taze manzaralar.
Neşesini geri almış kalabalık. Tanışlar tepsi tepsi yaptıkları hamur işlerini ortaya döküyor. Termoslardan dökülen çaylar, birisi kahve getirmiş koku koridora yayılıyor. Dönüp manzarayı içiyor. Keyifler yerinde sanki kimsenin derdi olmaz bu trende. Şarkılardan oyun havasına geçiyor coşku. Halayla doruğa çıkıyorlar. Dışarıyı seyredenler koridoru boşaltıyor. Beyaz pardösü halayın ortasında iki ileri bir geri kayıyor. Son anda gözüne takılıyor. Kimin üstünde belli değil. Sökük etek uçlarından iplikler sarķıyor. Gözleri bildik bir sonbahar sarısı.
Çok güzel yazı :)
YanıtlaSil