Ürpertiyle uyandım. Babaannemin yumuk elleri saçlarımda geziyordu
sanki.
Üst kattan haydi, haydi, haydi diye savaş sirenleri
gibi kesik kesik yükselen sese kulak kabarttım. Kardeşim ve annem hummalı bir
koşuşturma içindeydi. Perdeleri çektim. Gün dolsun dedim odanın içine, yüreğime
çöreklenen kızgın sözler istemiyordum.
Güneş dalga dalga girdi içeri eski perdeden yükselen tozlar
şiir dizeleri gibi düşüyordu yüz bin yıllık dokuma halının üzerine. Terliklerimi
giymeden geçmişin anılarını doldurdum ayak altlarımdan bedenime.
Bir yerde okumuştum, insanın aklı başına ayak altlarından
gelirmiş, ondan falakaya yatırırlarmış eskiden. Tırnağı olmayan küçük parmağıma
baktım sanki hevesle dans ediyordu halının üzerinde.
Hece hece yükseliyordu kelimeler binanın içinde. Önce tek çıkıyordu
harfler sonra hece oluyor bana gelene kadar radyoaktif yüklü metal gibi kelime
haline gelip kapıya çarpıyordu. Kendi içeri girmeyen metal çubukların öldürücü
zehri dalıyordu aralıklardan.
Ne zaman babaannenin evi dedikleri tek odasından her yere
açılan dünyasında uyusam annem farklı bir küfür geliştirip, Türk diline
kazandırmaya çalışıyordu. Bugün lügatimize “kerebiçlerin sürtüğü” eklendi.
Bu ev benim gizli dünyam, saklı kütüphanemdi. Görmemeleri
gereken romanları burada okurdum. Dedemden kalma eski bir kitabın kenarlarında oluşan
kurtçukları görünce ne olduğunu sordum kardeşime.
Ne bilim ben, salak dese de merak onu da sarmış, sormuş soruşturmuş öğrenmişti. O
öğrenmeden ben ne olduğunu merak edip bozdum, içinde arı olduğunu görünce
korkmuştum. Ufacık tek arılı birkaç yapı. 1+1, gecekondu mahallesinin temellerini
atıyordu bazı eşek arıları. Neyse ki henüz gecekondu mahallesinden lüks siteye
geçmeden arıyı savuşturup, köylüsü diğer arıları çağırmadan, içindeki bir sürü
ölü örümcekle baş başa kaldığımda, kitabı atmakla atmamak arasındaydım. Bahçede
küçük bir ateş yakıp dumanla birlikte yuvayı dağıttım. Birkaç taneyi geçmemişti
ama bana da ders oldu. Bu evi daha sık temizlemeliydim. Kül kedisinin işi
çoğalmıştı.
Kardeşimin öğrendiğine göre bunlar kitap böcekleriydi. Kurtlardı.
Anlatmadım gerçeği ama onun anlatacaklarını da merak ediyordum. Üniversiteli hanım
okulda önce kütüphaneyi sonra edebiyatçıları ziyaret etmiş de öğrenmiş, önemli
bilgiymiş. Ama öğrendiğim en güzel şey, onları kovmanın bir duası varmış.
Ya Kebikeç! Yazarsam kitabım efsunlanır, ömrüne ömür katar
kurttan böcekten arınırmış. İşte benim her şeyi bilen annemde dünkü kahve
sohbetinde öğrendiği bu bilgiyi hafızasına kazırken midesinden esinlenerek bunu
kerebiçe çevirmişti.
4 Mart yıl bilmem kaçta İsmi-al Hüsnama yeni bir isim
eklenmişti. Henüz 99 olup beni yüce evlatlık mertebesine çıkarmamıştı. Yüz karası
mı demeliydim.
Yüz binyıllık halımın üzerinde dolanan ayaklarıma emri
verdim. Marş marş yukarı!
Tangırtının, tantananın, layık görüldüğüm kerebiç sürtüklüğünün
sebebini öğrenmiştim.
Salona gizlice alınan halının eve saklanarak girişine şahit
olan babam, ben gizli iş çevrilmeyecek demedim lan, derken sigarasını
söndürdüğü bölümün üstünde ağıtlar yakan annemi toparlamaya çalışan kardeşim
bir yandan da kerebiç değil kebikeç kebikeç diyordu.
Halısına ağlayan annemi, engin bilgileri ziyan olduğu için
doğrulamaya çalışan kardeşim teselli ederken banyodan getirdiğim sünger ve deterjanlı
suyla halıyı sildim.
Yanan yerin fotoğrafını çek, git ona uygun ipler al Hamit
abiden, dedim. Koşarak evden çıkan kardeşim bayılma numarası geçiren annemi
usulca halısının üzerine bıraktı.
Babamın görmesini sağlayacak motivasyonu nereden buldun anne? derken havada uçan terliği
savuşturdum. Anında ayılmıştı.
Saf adamdı babam, halının yeni olduğunu asla anlamazdı. Görmemesi
gereken saatler varken eve giriş çıkış saatlerine denk getirmeleri ayrı geri
zekâlılıktı. Tabii içimden geçirdiklerimi dile dökmedim.
Punç dedikleri mucizevi el işiyle halıyı eski haline
getirmiş, kahveye gelecek misafirlerden önce hayata yeniden kazandırmıştım.
Beğenileri alan halıyı akşam babam gördüğünde önce sigara
izini aradı, sonra n’aptın lan halıyı, diye höykürdü.
N’apcam tamire verdim. Geri gidecek halıcıya. Para da ziyan
oldu, diyerek başını
tutan annem hemen savaş taktiğine geçip yemenisini alnına sarıverdi. Bunun nükleer
bombadan daha kuvvetli olduğunu bilen babam uzatmadan odasına gitti.
Kahraman kerebiç sürtüğü yine günü kurtarmıştı. Yeni bir
lakap istemediğimden pelerinimi çıkarıp odamda uyudum. Babaannemin yumuk elleri
yüzümdeydi.
Zeynep Pınarbaşı
soluksuz okudum, süper bir bölüm olmuş
YanıtlaSilYeni bölümler çok yakında 😍
SilÇok çok güzel her bölüm ayrı bir basamak atlıyor bizim kız ... Fakat nasıl becerikli... Her derde deva....
YanıtlaSilSağol füsuncum , yakında yeni yeni dertlerle gelecek İsveç çakısı kızımız 😁
YanıtlaSilBu kızın hayranı olabilirim. Sabırsızlıkla maceralarını bekliyorum.
YanıtlaSilahh ne maceralar ne maceralar :)
Sil