O gün menüde taze fasulye, pirinç
pilavı, tarhana çorbası ve salata vardı. Annem sen yapabilirsin, diyerek kardeşimi
de alıp kaçarcasına evden çıktı. Tüm yemekleri hızlıca ocağa koydum. Pişerken
arkadaşımın bahsettiği hiç izlemediğim türk filmini açtım. Sofra sırları, nasıl
da benim evli halimdi o kadın. Keşke hayatımdakileri yok etmeyi onun gibi
becerebilseydim. Uçsuz bucaksız bir hayat yaşardım.
Tam yemekler pişti, filmin finali
geldi şimdi güzel bir kahve yapar dinlerimin derken evin cayır cayır çalan
telefonuna koştum.
Akşama ne
yemek var?
Çorba, pilav,
salata, fasulye.
Ne salatası,
turşu olur yanına!
Yeşil fasulye
baba.
Telefonda tüm mahallenin
dinlediğine emin olduğum bir nara patladı.
Ne yeşil fasulyesi
lan, sevmediğimi bilmiyor musun, o ananın da Allah belasını versin niye
pişirmiş onu?
Tencereyi ortadan kaldırıp. Kuru fasulye
pişirdim. İçin için yeni bir film açma telaşına girmişken radyoda çalan şarkıya
dalıp gittim
Huzurum kalmadı… Nasıl da yanık
yanık bağırıyordu. Dolabın kapağından babamın rakısını aldım. Bir kahve
fincanının içine azıcık koydum, susuz diktim kafama
Dış kapıyı yumruklayan annemin
sesi yükseldi.
Allah’ın
belası burayı niye kapadın, bir de kilitlemiş seni mi kaçıracaklar ev delisi!
Duvarlara duvarlara haykırıyordu.
Ses, duvarlardan sokağa, sokaktan mahalleye mahalleden itler serseriler kahvesine
yükseldi de yükseldi. Avuçladığım soğanı çiğneye çiğneye indim aşağıya.
Ben kilitlemedim diyemedim, baş
belası kardeşimin işiydi. Giderken gizlice kilitlemiş olacak ki annem yine beni
kötü bellesin.
Kahvedeki adamların iki sokak
öteden kahkahaları geliyordu. Biliyordum bana gülüyorlardı. Aldırış etmedim.
Evde her şey tamamdı. Göz ucuyla kolaçan etti. Tatlı da yap diye emir saldı. Unuttuğu
gizli parasını alıp çıktı.
Çok sürmeden yine telefon çaldı.
Bu sefer annem aradı.
Akşam
kardeşine görücü gelecekmiş ona göre hazırlık yap.
Rakıyı aldım dolaptan başka bir
şişeye boşaltım mutfağın ortasında kırdım şişeyi. Nasılsa görücü vardı, hemen
anlamazlardı. Kokuyu bir şekilde geçirirdim. Dayak da halleri kalırsa gece
yarısına anca gelirdi. Güzelce diktim kafama birkaç yudumda içim yandı. İçim
taştı. Göğüslerim dirildi. Karnım oynadı. Ciğerlerimin alevi bedenimden geldi
geçti. Kaçamak yudumlar gibi değildi. Rakıyla o gün tanıştım.
Aşağı inip, Babaannemin evi
dedikleri hücre odasından hallice dört duvarın içindeki hala sinen gül
kokularının var olduğu divan ayağının yanına sakladım. Bu evde her daim türlü
türlü kafa sarsıcı maddeye ihtiyaç vardı. Hazırlıkları yaptım. Soğuk bir duş
alıp kendimi rakıdan arındırdım.
Akşam çökünce önce annem, babam
ve prenses hanım, ardında görücüler geldi. Tabii ki kahveleri ben yaptım. Damat
namzeti prenses hanımı pek beğenmişti. Ağzının suyu akıyordu. Gençler
birbirlerini tanısın dediler. Bir saat zamanları vardı. Ablası da yanında olsun,
kızımızı tek bırakamayız dedi namus timsali annem. Ev orospusu, prensesine
bekçilik yapacaktı.
Kilerin karşısındaki babaannemin sarayına
götürdüm onları. Ara ara orayı temizler, kimse yokken kendimi başka bir dünyada
hissetmek için orada yok olmaya çalışırdım.
Damat çirkindi, gözleri fer fecir
okuyordu. Kardeşim azıcık sapıtsın diye babaannemden kalan uyku ilaçlarından
damlatmıştım kahvesine çok geçmeden etkisini gösterdi. Aslında amacım o değildi
ama tam zamanında gelmişti uykusu. Kara rüya zamanıydı.
Heyecandan bayıldı, dedim.
Başladık konuşmaya kardeşimi öve öve bitiremedi. Rakıyı çektim divanın altından
bir güzel içirdim hödüğe. İki fondiple sapıttı gerizekalı.
Sonra, kardeşim uyandı dedim
soktum karanlık odaya. Ardına ben girdim. Bir güzel öpüştük. İniltiler içinde
kendinden geçti. Tam soyundu bastım yaygarayı. Babam koşa koşa geldi. O arada
kardeşimi de soydum.
Saldırdı bize, dedim. Döve döve
gönderdi babam görücüleri.
Tühh! dedi annem pek de
zenginlerdi.
Zeynep Pınarbaşı
Zeynep çok çok beğendim... Bu ev kızı Sıdıka'ya rakip olucak kesinlikle...
YanıtlaSil