Rüzgarla Giden - Alev Ramiz



Bugüne kadar en sevdiğim, 15 yaşımda okuyup etkisinden halen kurtulamadığım  romandır  ‘Rüzgar Gibi Geçti’.  Orijinali ‘Rüzgarla Giden’ ama çevirmen böyle uygun görmüş. Güzel de olmuş bence. Daha sarıyor, savuruyor ismi.

Roman Scarlett O'hara'nın hikayesi gibi görünse de aslında Amerika tarihine ışık tutuyor, çünkü zencilerle ve soylu beyazlar arasında geçen ‘Kuzey Güney Savaşı’nı anlatıyor. Savaşın ayak sesleri, beyazların toz pembe hayatları, büyük dünyaları  yarattıklarını sandıkları sırça köşklerde bu savaşa hazırlıksız yakalanmaları ve değişen dengeler anlatılıyor. Değişen dengeler hem beyazları tepetaklak ediyor çünkü kazanacaklarından emin oldukları savaşı kaybediyorlar, artık sarayları yok ve hayatta kalmak için çalışmak zorundalar,  hem de zencileri ya da soylu olmayan Yankee leri başıboş, savunmasız bırakıyor,  çünkü onların da bir evleri artık yok, ve hayata tutunmak için yeterli bir birikime sahip değiller.

Amerika’da üniversitelerde okutulduğunu duymuştum. Rüzgarın sürüklediği bir medeniyeti bundan daha iyi anlatan bir kitap olamaz. Margaret Mitchell’in tek kitabı olan Rüzgar Gibi Geçti’nin filme uyarlanmasıyla Oscar ödüllerini toplamış olması boşuna değil. Margaret Mitchell çocukluğundan beri babasından ve onun evlerine gelen arkadaşlarından kuzey güney savaşını dinlermiş. Üstelik bu konuyu öyle severmiş ki hiçbir sohbeti kaçırmazmış. Bu tarihle bu kadar dolu iken bu bilgileri  unutulmaz karakterler ve ustaca bir kurguyla, iyi ki bize aktarmış.

Filmin jön oyuncusu Clark Gable döneminin en aranılan aktörü iken, Scarlett O’hara usta aktrisler arasından çıkmaz. Yüzlerce deneme çekimi yapılır ama kimse Scarlett değildir. Tuttuğunu koparan, hırslı, azimli, acımasız bir kızı bulamayan yönetmen Victor Fleming filme Scarlett olmadan başlar. İlk çekimler Atlanta yanarken yapılır. Savaş kaybedilmiş, kaos içinde bir Atlanta şehrinde sokaklar, evler ateşe verilmektedir. O sırada senarist elinden tuttuğu bir kızla yönetmenin yanına oturur. “Seni  Scarlett’le tanıştırayım” der.



Gerçekten de Vivien Leigh aslında  tanınmamış bir oyuncu iken tesadüfen bir filmde senaristin dikkatini çeker. Yeşil gözleri,  biri diğerinden kalkık yay kaşları, yaramaz bir çocuk edası ile Scarlett’in ta kendisidir.

Yapılan deneme çekimlerinde ise oyunculuk yeteneğiyle Clark Gable’in gölgesinde kalmayacağı anlaşılır. Kalmamalıdır da. Scarlett hayatın kendisidir. Mücadeleci ruhu, yapmacıksız lığı kibar! bir güneyli bayanla uyuşmaz. Hiç bir zaman bu kurallar içinde yaşamayı istememiştir, kurallar yıkmak içindir. Kendi isteklerini önde tutar. Ticarete atılır.  Çoğunlukla diğer insanların ne diyeceğini umursamaz. Kibarlık, gurur ona göre değildir. O kıran kırana mücadele etmeli, istediğini almalıdır. Cazibesini kullanması gerekiyorsa tereddütsüz kullanır. Gözlerini kırpıştırarak yere bakmak halen işlemiyor mu dersiniz?  Üstelik yeni dünya acımasızdır. Bu düzende beş parasız, aptal  gururlarıyla kalıp anılarıyla avunan soylular gibi aciz kalamaz. hiçbir şey yapmadan beklemek ona göre değildir. Bazen üzülerek değerlerinden  geçici bir süreliğine vazgeçer. Şu anda işine yaramıyordu , hedeflerine ulaşmasına izin vermiyordur, haklıdır da.



Rhett Butler cesur bir güneyli olmasına karşın, gerçekleri çekinmeden söylemesi, onun aykırı bir spekülatör olarak anılmasına yol açmıştır. Scarlett ile çok benzediklerine şüphe yoktur, ona gizli bir aşkla bağlıyken nasihat vermekten geri kalmaz

Bak Scarlett “der,” sen sahip olduğun, sana öğretilen değerleri denizin dibine atıyorsun, bir gün onları tekrar çıkarıp kullanmak üzere şüphesiz, ama bil ki o gün geldiğinde onları paslanmış, bozulmuş bulacaksın.”

Yıkılmak, aç kalmak, yenilmek, zayıflık hem en büyük kabusu, hem de savaş arabasının tekerleridir Scarlett’in. Asla izin vermeyecektir.

Ashley’e karşılıksız bir aşkla bağlıdır. Ashley başkasıyla evli, entelektüel bir beyaz ve Scarlett’in hayat coşkusuna asla sahip olamayacak biridir, ancak Scarllett’in bir türlü elde edemediği ölümsüz aşkıdır, takıntısı, yanılgısıdır.

Scarlett’in en sevdiğim tarafı Rhett Buttler ile karşılaşmaları, karşılıklı söz düellolarıdır. Üçüncü evliliğini onunla yapsa da, gerçek aşkının aslında Ashley olamayacağını çok geç anlar. Üstelik kendinden bile sakladığı bir zayıflığı vardır. Rüyasında kaybolmuştur, ama bir ışık vardır, o ışığı bulamamaktadır bir türlü.



Hayatın acımasızlığı bir siste bırakmıştır onu. Işığını bulsa belki  mutlu olacak, kendini  yoran yüklerden kurtulacaktır. Neyi aradığını bilmeyen bir Scarlett iç huzurunu hiç yakalayamaz.

Rhett Buttler ‘ ı sevdiğini, ışığın kendi evi olduğunu anladığında ise terk edilmiştir.

“Çok sevdiğin, değerli bir vazon var farzet Scarlett. Günün birinde düşüyor ve parçalara ayrılıyor. Ben o vazoyu yapıştırıp, onun eskisi gibi kusursuz olduğuna kendimi inandırmaktan sa, onu eski güzel haliyle hatırlamayı tercih ederim.” der kocası.

Ama Scarlett kendini üzen her şeyde olduğu bunda da yenilmeyi, kaybetmeyi göze alamaz.

“Bunu yarın düşünürüm. “ der,” bugün düşünürsem dayanamam, nasılsa yarın  başka bir  gündür.”




.

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder