Kitap 1962 yılında yayınlandı. Kobo Abe edebiyat Dünyasında hep
eleştirilen bir yazar olma özelliğini korudu.
Yazar Kobo Abe’nin tıp eğitimi almış olması okuru etkiliyor.
Kitabın başında koleksiyon yapan insanlar, özellikle böcek koleksiyoncularında
rastlanan farklı psikolojik özellikler anlatılıyor. Kobo Abe bu romanında, insanın
aşılabilir gibi görünenin ortasında eriyip, gidebileceğine dikkat çekiyor.
‘’Bir ağustos günü bir adam ortadan kayboldu’’… Başlangıç
cümlesi bu… Kitabın ilginç yanı bu cümlenin aynı zamanda, sonuç cümlesi de
olabilmesi… Kobo Abe’nin sadece kendine has farklı bir anlatım dili var.
Kitapta geçen kum, sonsuz hareketi ile bir özgürlük
ütopyasını sembolize ediyor.
Kahramanımız Cumpei Niki, sıradan monoton bir hayatı olan
öğretmen… Yaşamına renk katmak için seçtiği bir hobisi var. Böcek
koleksiyonculuğu… Ama bunu yaparken asıl amacı, doğa bilimi uzmanlığı olmayıp,
aslında farklı bir böcek türü keşfederek adını literatüre yazdırmaktır.
Kahramanımızın da yapısında hepimizde olduğu gibi hiç bitmeyen egoistlik ve
kibir vardır. Bu egoizmi yazar kendi özeleştirisini yaparken de belirtiyor ‘’Yazar olmak istemek, kısacası, kukla oynatıcısı olup
kendini kuklalardan ayırmayı amaçlayan egoizmden başka bir şey değildir.”
Eski bir deyimle ‘’Deveyi yardan uçuran: Bir tutam ot’’.
Biraz kibir, biraz açgözlülük, biraz egoizm… Evet, mahvolma hikayesi için her
şey tamam.
Böcek koleksiyoncumuz kendi sonunu getireceğinin hiç farkına
varmadan ölümsüz olmanın gizemine kapılarak, daha önce tanımlanmamış böcek
türünü bulmak için yollara düşer… Bilmediği yerlerde yolunu kaybeder ve kendini
kumlarla kaplı bir köyde bulur.
Yolunu kaybeden kahramanımızın karşısına çıkan köylüler ona
geceyi geçirmesi için bir kadının evinde misafir olabileceğini söylerler. Evin
mimarisi gariptir. Ev yer altındadır ve içeriye ip merdivenle inilebilir. Eserin
geçtiği yer altında ip merdivenle inilen
ev, edebiyatçılar tarafından varoluşun tabutu diye adlandırılıyor.
Ev sahibesi kadın sürekli bir çabayla evine dolan kumu temizlemeye çalışır. Son derece boş bir çabadır bu… Kadın kumları toplayıp attıkça, kumlar tekrar evin içine sızar. Kumun avantajı çok küçük olması, önünde engel tanımaması ve bulduğu her delikten içeri sızıp, var olduğu ortamın şeklini alabilmesidir. Bu derece sinsi bir düşmanla savaşmak çok zordur. Hep uyum sağlıyormuş gibi görünen sürekli istila eden bir kuvvettir kum…
Kadın bu yıpratıcı düşmanla canla başla mücadele etmektedir.
Kahramanımız geceyi geçirip, ertesi gün bu diyardan gideceğini düşündüğü için
evin tuhaflığını, kadının yorgunluğunu, yaptığı işin saçmalığını pek de
umursamaz. Fakat ertesi sabah uyandığında eve inmesini sağlayan merdivenin
kaybolduğunu ve bulunduğu yere hapsolduğunu anlar. Hikayemiz başlar. Yazarın
anlatımı inanılmaz sürükleyicidir.
Mekanda geçen her olay, gözünüzde bütün detaylarıyla net bir şekilde
canlanır.
Köylülere içinde yaşadıkları köyün kurtarılması gerektiği ve eğer köydeki herhangi bir ev kum altında kalırsa, hepsinin kuma gömüleceği öğretilmiştir. Bu nedenle köylüler kolektif biçimde bütün güçleri ile çalışmaktadır. Köylülere, köyün sevilmesi ve korunması gerektiği gibi idealist bir fikir de aşılanmıştır.
Oysa ki hikayenin ilerleyen bölümlerinde köylülerin çıkardığı kumların, otorite tarafından ticari amaçla satıldığı ortaya çıkar.
Köylüler bütün yaşamlarını kum çıkarmaya adamışlardır. Karşılığında ise günlük tüketebilecekleri kadar yemek ve su alabilirler. İçinde erkek bulunan evlere ödül olarak, haftada 1 kez sigara ve içki dağıtılır. Bu kadar yıpratıcı yaşamın, ölümüne çalışmanın ödülü sadece budur. Kadınların yalnız olduğu evlere ise sigara ve içki gibi ödül paketleri de verilmez. Yani yerin altındaki kum ocağında yaşam mücadelesi veren böcek benzeri insan topluluğunda bile erkek üstünlüğü hüküm sürmektedir.
Ama yazarın vurgulamak istedikleri bununla sınırlı değil…
Sürekli eve dolan ve daima her yerden sızabilen kum, hem komünizmi, hem de kapitalizmi
temsil ediyor.
Kobo Abe’nin yaşamında çok fakir yaşadığı dönemler var. Bu
dönemlerden birinde komünist partiye üye oluyor ama uygulamada komünist rejimde
de büyük bir kısmın sömürüldüğünü, sadece küçük bir kısma kazanç sağlandığını
görünce bu rejime karşı bir tavır geliştiriyor.
Kitapta insanlar sömürü düzenine hizmet etmek üzere kurgulanmıştır. Bunu yapmadıkları taktirde, temel ihtiyaçlarından (yemek ve su gibi) mahrum bırakılırlar. Bütün güçlerini ve zamanlarını karınlarını doyurmak, su içmek ve barınmak için kum çıkarmaya harcamak zorundadırlar.
Başka bir yaşam şekli olduğunu düşünmezler. Düşünseler de
sistem o kadar iyi kurgulanmıştır ki, kaçmak mümkün değildir. Ayrıca bu
sistemde yaşam, bir süre sonra alışkanlık denilen o korkunç canavarı yarattığı
için insanlar kendilerinin bu döngüye kabul edilmesi için yalvarırlar. Her şey,
döngünün dışında kalırlarsa, ölecekleri biçimde tasarlanmıştır…
‘’Asla yapmam’’... ‘’Asla gururumu bu derece düşürmem’’
denilen konularda dahi, en basit
ihtiyaçlar için her şey kabullenilmektedir. Bu kabullenişte insanın kendisine
uydurduğu bahaneler, hikayeler ise gerçekten acınası biçimde komiktir. Ama
tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi, bütün
bu olanlar içinde yaşayanlara gün geçtikçe daha da makul görünmektedir.
En sonunda kahramanımız bağımlılığı kırabileceği bir keşif
yaptığında dahi, döngünün dışına çıkmaz,
çıkamaz… Çünkü alışmıştır. ‘’ Yarın’’ der ‘’yarın …’’
Bunlar kitabın toplumsal açıdan incelenebilecek yönü, bir
başka açıdan da anlatılanlar insanın kendi çaresizliği, bunalımı ve psikozu
diye de düşünülebilir… İstatistiklere göre toplumun %1’i şizofren , % 1 i
otistik , %1’i obsesif olup, liste böyle uzayarak kayıtlara işlenir… Toplumda
hastalıklar küçük yüzdelerle ifade
edilerek küçümsenir, ama daha dikkatli bakıldığında ve bu oranlar toplandığında aslında bütün
toplumun pek de sağlıklı olmadığı görülür.
Kumu psikoz, obsesyon vb. sorunlara benzetirsek her koşulda
insanın, iliklerine işleyen kuma karşı bütün gücüyle çalışsa da ne kadar naif
olduğu ortaya çıkar. Çünkü sistem kumun mutlaka bir yol bulup kişinin içine
sızacağı şekilde tasarlanmıştır.
Ve en sonunda insan kendi benliğine ait bir başka katmanı
bulduğunda, kumu yenebilecek, döngüyü kırabilecek gücü olduğunu anlar ama
sistem onu o kadar yormuş ve tüketmiştir ki, elindeki gücü kullanamaz,
kullanmak istemez ve teslim olur.
Kumların kadını çok etkileyici binlerce yorumla incelenip, tekrar
tekrar yorumlanabilecek bir kitap… Kumların kadını romanında özellikle toplum
hayatı üzerindeki düzenlemelerin, bireyselliğe yansıması son derece vurucu bir
biçimde anlatılıyor.
Bu kitabı hep okuyacağım, bir türlü kısmet olmadı. Güzel bir kitap yorum yazısı eline sağlık. Ben de okuyayım artık :)
YanıtlaSilEvet evet şiddetle tavsiye ederim:))
Sil