Adım Sonbahar - Işın Güner Tuzcular


 

oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar

 

Hüzün, hazan, ölüm… üç kelime çağrıştırır sonbaharı…  Çıplak ağaçlar, sararmış yapraklarla kaplı, sonsuza uzanan patikalar… O yaprakların üstünde dalgın, dalgın yürüdüğümü hayal ederim.  Siyah pelerinli, elinde asası o malum kuru kafanın bu sene de benim kapımı çalmayacağını düşünerek, biraz da meydan okuyarak ölmüş yaprakları eze, eze yürümeliyim. 

Son yaprak düşmedi daha ve düşmeyecek…

Yıldız parkı, Emirgan korusu, Polonez köy… Büyülü yürüyüşlerimde, bankta oturan ihtiyarlar tedirgin atkılarına, paltolarına sık sıkı sarınır.

O sonbahar ne çok yaprak var patikada, dayanamayıp yere yaprakların üstüne uzanıyoruz, Semih yaprakları eliyle havalandırıyor, yeniden gökyüzüne ulaşırken, aniden yere düşen sarı öbeklerle kahkalalar atarak oynuyoruz.

Dehşet içindeki ihtiyarlar imrenerek bakıyor bize. Kara uğursuz, soğuk bir rüzgar esiyor birden bire… Tüm yaprakları önüne katıp götürüyor. İhtiyarlar çayhaneye bizden önce koşturuyor. Semaverin buhuru, çay, oralet kokusu ve sobanın o tatlı, sıcak çıtırtısı.  Elimizde maşalar kestaneleri topluyoruz sobanın üstünden. Sıcacık kestaneden önce ihtiyarlara veriyorum. Ölüm yok belli ki bu çayhanede ve soba başında. Gevşiyor sıkılı parmaklar, çatık kaşlar. Yüzlerde gülümseme.



Belleğimizde yazdan kalan anılarla soba başında sohbet ederken kapının ardında, yapraksız ağaçların gölgesine karışmış siyah pelerini hiçbirimiz görmüyoruz.

Kısalıyor günler, karanlık ve soğuk koru. İki aşık karla kaplı patikada el ele dolaşıyoruz. Semih karlara yatıyor, bembeyaz bir toz bulutu havalandırdığı.  Gülemiyorum bu sefer, üşüyorum elimde bir kırmızı ayıcık, çok üşüyorum.

 Çayhanenin sobasının yanında akşam alacasında unutacağım o ayıcığı ve inerken korudan aşağıya gölgesi daha da yaklaşacak kara pelerinlinin.

İhtiyarlar nerede diye soruyorum çaycıya…

Kışı çıkarlarsa mutlaka gelirler erguvanlar açtığında

Diyor çaycı.

Kestane pişirmek te istemiyorum o gün.

Sevgililer günü niye karda kışta kutlanıyor da boğaz tepeleri mora boyandığında kutlanmıyor diyorum.

Semih omuz silkiyor,  oraletini içiyor umarsız. Gölgeler arkasındaki pelerini bir tek ben mi görüyorum?

Üşüyorum çok üşüyorum. Kırmızı ayıcığımı sobanın yanına bırakıyorum. Ellerimi ısıtmak için nafile uğraşıyorum. Soğuk bir rüzgar ardına kadar açıyor çayhanenin kapısını, sobadaki odunlar bile titriyor. Buz soğuk.

Ama son yaprak düşmedi daha ve düşmeyecek…



 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder