Doğada olmak kadar insanı rahatlatan başka bir şey var mı acaba? Eski insanlar için doğada olmak şimdiki kadar rahatlatıcı değildi elbette. O zamanlar hep doğada yaşandığı için zaten tersini düşünmek de pek mümkün değildi.
İnsan, doğanın karşısında diğer canlılara oranla o kadar
naifti ki sürekli yerin altındaki mağaralarda yaşamak zorundaydı. Yerin üstüne
çıkar çıkmaz aslan, kaplan vb. yırtıcı hayvanlara yem olması işten bile
değildi. Düşünün ortalama yaşama süresi sadece 20 yıl olan bir düzen…
Sanırım insan o zamandan kalma korkusunu hınca çevirerek,
bugünlere saklamış. Bütün doğayı bu kadar tereddütsüz mahvettiğine göre…
Her şey bir yana, doğada olmak bana çok ayrı bir huzur
verir. Doğa denildiğinde benim aklıma deniz kıyısı gelmez. Doğada olmak, bence
yemyeşil dağlarda olmak ya da dağlardaki rengarenk çiçeklerle coşmaktır. Bunlar
bana tam bir dinginlik verirken, nasıl olur bilmem ama aynı zamanda muazzam bir
zihin açıklığı da sağlar. Doğaya çıkmak zihnimi dertlerden, tasalardan
arındırır. Bu nedenle tek başına doğa yürüyüşleri yapmayı çok severim, çok da
ihtiyaç duyarım ama istediğim kadar çok yapamam. Bunun bana verdiği dinçliği,
keyfi başka hiçbir şey veremez.
Doğada olmak benim için arınmak, tazelenmek anlamına gelir.
Hiç düşünemediğim çözümleri orda akıl ederim.
Günlük yaşamın hengamesinde çoğu kez elimizde ne güzel
şeyler olduğunu hiç fark edemeyiz. Hele büyük şehirde ‘’modern yaşam’’ adı
altında bir koşturma içinde yaşayıp, zamanımızı tüketiyorsak... Hep daha
fazlası, daha fazlası demekten elimizdekileri görmemiz mümkün olamaz.
Ray Bradbury bu durumu ‘’Fahrenheit 451’’ adlı kitabında yan tema olarak çok
güzel işler. Kitaptaki şehirde modern yaşam adı altında zamanını tüketen
insanları hiçbir şey tatmin edemez, çünkü düşünce sistemleri hep daha büyük
ekran istemeye programlanmıştır. Mutluluğun otomatik olarak daha büyük ekranla
geleceğine şartlanmışlardır, hep daha büyük, daha büyük…
Oysaki doğa öyle mi ya… Zaten o derece ihtişamlı ve büyük ki ‘’daha’’ diye bir şey insanın aklının ucundan geçmez.
Doğanın güzelliği belki de buradadır. Bütün ihtişamı ve
azameti karşısında daha fazlası diyemeyiz. Daha fazlası demeyi bıraktığımızda,
dikkatimiz elimizdekilere çevrilir. Elimizde var olanlar o kadar da az
değildir. Derin derin, dolu dolu nefes alabilmek, istediğin hızda yürüyebilmek/koşabilmek,
alabildiğine uzağı seyredebilmek, serin rüzgarların özgürlük veren duygusunu
yüzünde hissedebilmek… Özetle yaşam adı
altında bize bağışlanan hediyeyi fark edebilmek…
Yorumlar
Yorum Gönder