Nasıl Bir Yaşamak - Neslihan Üstündağ

 


Gelip geçerken şu dünyadan sanırım hiç kimse ‘’ARZUladıklarımın ÖZLEMlerimin hepsi gerçek oldu, artık hazırım, elveda! ’’dememiştir.  Hep bir şeyler için hayallerimiz, umutlarımız var… yetinmeyi öğrenerek yaşarken ister istemez gelecekle ilgili beklentilerimiz bitmez, ölünceye kadar süre gider.  Yalnızken birilerini, kalabalıkken yalnızlığı, dinginken hareketliliği, cahilken bilgiyi, bilgiliyken de cahilliğin  fütursuzluğunu ararız.    İstekler gerçekleştiğinde daha çok arayışlar içinde buluruz kendimizi. Kuşun kanadındaki özgürlüğü ararken  çırpınmanın bedeli olmasın ister, küçük bir çocuğun uykusundaki huzuru ararken onun egosuz saf duygularını düşünemeyiz.  Toplumdaki sancılı dalganışlarla savrulur, benliğimizde karıncanın amacı doğrultusundaki kararlılığını, azmini es geçer , daha daha... Diyerek hayattan bir şeyler koparmak istercesine iniş çıkışlarla yaşar gideriz.  Anlamsızlıkların içinde boğulur anlam arama çabalarımızla tutunmaya çalışırken hayat ellerimizden kayar gider.  Güneşin sabah IŞINları gözlerimizdeki gerçekleri  görebilme  fark edebilme duyularını açabilseydi yaşamın yalnızca sevgi ve sabırdan başka bir şey olmadığını anlayabilirdik belkide. 

Sabrın sonu selamet olmasa da… her an her istek ateşinin ALEVleri gibi parlayıp sönerken mevzile koşarcasına gittiğimizi anlayamazken yanar söner en büyük yangınlar, içimizde ve dışımızda. 

Akşam güneşinde sahilde veya bir dağın yamacından hayallerimizin ormanına bakar içine dalıp  bedensiz bir ruh aleminde kaybolmak isteriz. Oysa cismin ağırlığı, bırakmaz tutar ellerimizden bereketli topraklar sunan NİL nehrinin çevrelediği uygarlıkların yok oluşu gibi, bizim de bir gün yok olacağımızı düşündürmeden bir kaos yumağının içine atar. O cismani  ki çok çabuk unutur, hiç doymaz, anlamaz var olmaz...  

İPEK ve baharat yolunun geçtiği medeniyetlerin  hülyalı ve çok manalı baktığımız dolunayı seyrederken bile aydan uydularla tüm insanların  haberleştiği  bu zamanlarda bitmeyen açlığın ve savaşların nasılsa gelişmekte olduğuna inanamayarak . 

Varlığımızın sonsuzluğu konusunda inanmışlığımız mı bizleri böylesine acımasız yapar bilinmez. 

Ya da ‘’Ölürse TENler ölür canlar ölesi değil’’ diyerek 

 NUR içinde olsun diye kabrimiz başka bir alemin  kapılarını açma telaşıyla  bugünümüzü heba ederek mi geçiririz ? avuçlarımızdaki yaşamı ‘’ deli gönül Abdal olmuş gezer ELİF ELİF diye’’ nağmeleriyle uçurur muyuz? 

Serseri ömrün hangi sabahı cezbeder de insanı yaşama tutkusu ile sarılır sevdiğine, ki o akıldan çıkmayan aşk garip bir FÜSUNla kendinden vazgeçirir . döner kıvrılır bükülür yürek seni sensiz bırakır. Gizemi ebedi ve yankısı derin olan. 

HANdan geçilip yardan geçilmeyen serzeniş . kendinle dünyan arasında tıkanmış  yol. O yoldaki sevi. Yolda olmak NESLİn devamını yaşamak yaşatmak boynundaki borç.  Sanrıların boynunda ipekten bir şal, boğması, ya da yumuşacık sarması içteki senle dıştaki sen arasındaki uyumda. 

Gerçeklerle, sezgilerin halaya durmuş o ahenkle ya huşu ya da zorlama. 

Başının üstündeki gökte yüzmek veya denizde diplerde kendini aramak.

Dünyevi sarhoşluğunun hoşnutluğu, ya da benliğindeki kusmuk…

Hazmedemediklerini çıkarıp rahatlamak, ya sonra?

En güzeli varlığının sevecenliğine sarılma en çok da   ruhbazlığa baş kaldırma. 

Ne biçim bu dünya en çok da bizim için! yaşananın her çeşidi var anlayanı yok!

Yaşadığını  sanan  çok...


Yorumlar